baba

yazmak için en güzel ambiyansı yarattım yine. balkondayım. üstümde hırkam. hırkamın üstüne attığım polarlarım. üşüyorum ama bu üşümeyi seviyorum. kendimi ısıtmak için masamın üstünde duran kahvem, hemen yanında ki küllükte benden dertli yanan sigaram. bazen rüzgarın etkisiyle dalgalanarak, bazen daire daire olup yoluna düz devam eden sigaramın dumanını izlerken kahvemin de dumanı çarpıyor gözüme. uzun zaman önce hayatım kötü gitmeye başladığında bulutlara çıkmak yetmeyince yazmaya başladım. parmak uçlarım uyuşuncaya, kollarımı hissetmeyinceye, elimde ki tüm kağıtları karalayıp, bütün mürekkeplerimi bitirinceye kadar yazdım. bir tamirhanede çalışan çırağın elleri nasıl ki motor yağıysa, bir süre sonra benimde ellerim mürekkep lekesiydi. ne kadar yıkasamda tam geçti derken yenilerini ekledim farkında olmadan. beynimden kağıtlara firar eden kelimelerim ellerimden geçmeye başladı. her olup biten şey gibi onlarda ufak tefek iz bıraktılar. kimi ruhumda, kimi bedenimde. zaten başka türlü geçmiyor, kafamdaki sesler yazmadan susmuyor. durduramıyorum yaralarımdan akan kanı. yaralarımızın üstüne yarabandı yapıştırdığımızda kanımızın duracağını, daha çabuk iyileşeceğini düşünürüz aslında açık yaranın daha çabuk iyileştiğini unutarak. kimi zaman kamufle ederiz. kimse tuz basamasın diye köşe bucak gizleriz. bazı yaralar, yarabandıyla iyileşmez. dikişlik bile olsa açık kalması gerekir. çok uzun süre maskelerin arkasında kamufle ettim o meşhur yaralarımı. artık maske takmaktan yoruldum. tuz basılmasınada alıştım zaten. canımı yakmıyor artık o acı. ne kadar yoruldum desem de bin bir türlü olan maskelerimden vazgeçemiyorum. alışkanlıklardan vazgeçmek zordur çünkü. görmelerini istediğim yaraları gösteriyorum sadece güneş görürse kabuk bağlar diye. en büyük yaram babamdı. belki de "-di" li geçmiş zaman eki fazla o kelimeye. belki bir de "-r" eki eklemeliyiz o cümlenin son kelimesine. zaman fazlasıyla geniş. kendilerini çok özlüyorum bazen. herkes gibi bende babasına aşık bir kız çocuğuydum. geçmiş zaman eki en çok bu cümleye yakışıyor sanırım. bazı yaşanılanlar asla unutulmaz. kesin konuşuyorum çünkü ne kadar kızgın olsam da babamın kızıyım. ve ne kadar hayatım bana göre çok boktan olsa da, ne kadar kavga etsek de, çocukken anne olmayı çocukluklarından dolayı çok küçükken öğrensemde çok şanslı biriyim ben. yanımda annem var çünkü. aslında ona benzemeyi hiç istemiyorum. tıpkı onun da annesine benzemek istemeyişi gibi. ama bir yandan da deli gibi ona benzemeyi istiyorum. ki istemesemde benziyorumda. her çocuk annesiyle oturup karşılıklı rakı içemez. sigara yakmak için hep bir bahane bulamaz. zaten çoğu zaman bahaneye ihtiyacımız olmaz. ikimizin de en ve birbirine çok benzeyen bir yaramız var. babalarımız. bu ortak yarada tek farklı yanımız onun babası hayatta olmadığı halde yanında, benim babam hayatta olduğu halde yanımda değil. hangisi daha ağır bilmiyorum. sarılmak isteyip sarılamayacak olmak mı? yoksa sarılmak isteyip sadece uzaktan görebilecek olmak mı? ölümlü dünya. ne kadar uzun gibi gözükse de bize koca bir ömür, aslında tek bir nefes kadar kısa. bu tek nefeslik hayatta birbirimizden habersiz gibi gözükse de adımızdan daha iyi bildiğimiz bir şey yaparız biz. kimse kimsenin yüzüne vurmaz. gereğinden çok içtiğimizde o yeşil gözlü babalarımızın silüetini karşımıza, yüzlerini avuçlarımızın arasına alıp yaşlarının yüzlerine kattığı her bir çizgiyi sanki ilk defa görüyormuşcasına en ince ayrıntısına kadar ezberleriz. en çok korktuğumuz şeydir yüzlerini ve seslerini unutmak.
çok özleriz bazen.
oturup bir kadeh rakı içip kafamızda ki suretini karşımıza alıp içimizden ne geliyosa söyleriz,
bazen.
sonrası kusma evresi.
bazen, çok sevmekten,
bazen, çok içmekten.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

bitti

erkekler ağlamaz

tehlikeli oyunlar