vertigo

bir abimiz var. hasta. yani vertigo. aşırı baş dönmeleri yaşar. düşer olduğu yere. kalktığında "sanki ayaklarımın altından çekiliyor yer, havada asılı kalıyorum, yer çekimine meydan okuyorum." diyor.
içimden "abim" diyorum, "galiba benim ruhumda seninle aynı kaderi paylaşıyor, ayıkken sarhoş gibiyim. ataklar vurduğunda düşüyorum olduğum yere. seninle tek farkımız ben havada değil, geçmişle gelecek arasında asılı kalıyorum. bugünü yaşayamıyorum." diyorum.
aklımdan bu cümleler geçerken sırıtıyor yandan yandan sanki her şey yolundaymış gibi.
"ne düşünüyorsun yine kara kız?" diyor. dalıyorum. o iki kelime beni çok eskilere götürüyor. dayım geliyor gözümün önüne. o boyuyla posuyla "kara kızım benim" dediğini ardından güldüğünü görüyorum. rüzgar kokusunu çalıyor burnuma. babama kızgın bile olsam ondan sonra aşık olduğum tek adam dayımdı. hep kara kızım derdi bana. onun o kocaman göbeğinde televizyon karşısında kalp atışlarını dinleyerek uyurdum. ondan önce uyanırsam nefesimi tutardım uyanmasın diye. çünkü onun sıcaklığıyla uyumak en az annemin göğsünde hissettiğim kadar güven verirdi bana. orda onun küçük "kara kız"ı olurdum. parmağını şıklatıyor.
"gemilerin mi battı? boğuldun mu yine?" diyor. "tek canı olan bir insan, aynı suda kaç kez boğulabilir abi?"
"mevzu bahis sensen eğer yüzlerce kez. normal insanlardan bahsediyorsak tek sefer."
ne yapıyorsun abi? bir tek senin yanında insan olduğumu hissediyorum sende vuruyorsun yüzüme tokatları bütün gerçekleriyle. üstelik fiziksel değil, ruhsal yakıyor canımı senin tokatların.
"yahu benim güzel abim, neden vuruyorsun yüzüme?"
"bilmem, acılarla dalga geçmek gerek bazen. ara sıra da siktir etmek. hayat fazlasıyla ciddi. bir de biz ciddi olursak ne olur halimiz?"
"haklısın abi."
zaten hiç haksız olduğunu gören olmadı bugüne kadar. feleğin çemberinden geçmiş. kafamı kaldırdığımda bulutları görüyorum. artık bulutlara çıkamıyorum. orda hayalini kurduğum kişi kalmadı hayatımda. kalbimde ama hayatımda değil. belki de hiç olmadı. ikiden bir çıkınca bir, birinden biri çıkınca biri, benden onu çıkarınca geriye kocaman bir hiç kaldı. ben bile kalmadım. rüyalarıma giriyor bazen. 7 saniyeye tüm şimdi ki zamanımı sığdırıyorum. uyanmak istemiyorum bazen. gelmişi geçmişi siktir edip şimdi ki zamanın içinde onunla orda sıkışıp kalmak istiyorum.
abim sesleniyor. kitap okumaya başladığını kafamı çevirdiğimde fark ediyorum.
"aslında ara sıra bulutlara bakmaktan vazgeçsen fena olmayacak, yüzüne hasret kaldık yahu."
"bazen çok özlüyorum be abi. sanki bakınca yukarı bulutlar yüzünün şeklini alacakmış gibi geliyor. aramızda kalsın ama bazı bulutlar ona çok benziyor."
buruk bir gülümsemeyle kitabına geri dönüyor. derin bir nefes alıyor. ve ekliyor;
"sen dua et yine sadece bulutlar ona benziyor nil hanım. ben kendime baktığımda bile onu görüyordum. aynaya bakamaz olmuştum."
benim güzel abim. sevdiği kadına çok bağlıymış. ben hayatımda daha birbirini böyle güzel seven insanlar görmedim. güzel olan her şey kısa sürermiş. doğruymuş. abim anlattığında anlamıştım. beraber büyümüşler. ikisininde hayatında kimse olmamış onlardan başka. üniversite okumamışlar zaten. işe girmişler beraber. ailelerine yük olmamak için evlerini kendileri çalışıp kurmuşlar. düğünleri çok güzelmiş. her anlatışında gözü dolar.
"onu gelinliğiyle gördüğüm ilk an gözyaşlarıma hakim olamamıştım. öyle güzeldi ki."
anlatırkende olamaz gözyaşlarına hakim. yıllar geçse bile üstünden ilk gün nasıl seviyorsa öyle sever hala. belki yüzünü sevemez nasır tutmuş elleriyle ama resimleriyle uyur, resimleriyle uyanır. düğünden sonra balayına giderler her evli çift bilirsiniz. o gece uyanıyorlar rüyalarından. büyük bir araba kazası oluyor. bir çok araba birbirine giriyor. abim şöyle anlatır hep;
"bilseydim gelinliğinin kefeni olacağını onun yerine ben giyerdim o kefeni. ambulans sirenlerini duymuyordu kulağım. kendime geldiğimde ikimizde arabanın camından fırlamıştık. o bir köşede ben bir köşede yatıyordum. sağlık ekipleri yerimden kalkmamamı söylüyordu. ben kalkıp karımın yanına gittim. gittiğimde yaşıyordu. ben geldim karım dedim, ben geldim. gözlerinden yaşlar akıyordu. kanlı ellerimle sildim. kollarımın arasına aldım onu. anlamıştık ikimizde. bak dedim bir iyileşelim, ben karımı en güzel yerlere götüreceğim. götüremedim. son nefesini kollarımda verdi. "seni seviyorum." dedi. "sakın üzülme. çok mutlu ol." sensiz mutlu olamam ki diyemedim. meleğim o gün dünyadan yorulduğu için kalbimin en derinlerine yerleşti. herkes toprağa gömerken ben kalbime gömdüm."
her anlatışında ağlar. her anlatışında ağlatır. her dinleyenin yüreği cız eder. biz daha farklıydık. birlikte nefes alırken, uzaklaşıp ölmeyi tercih ettik. tamamlanmış gibi gözüksede en az abimin hikayesi kadar yarım kalmış bir rüyaydı bizim ki. belki hataydı, belki yanlıştı. ama yinede benim en sevdiğim hatamdı.
"abi, sigara yakayım diyorum. izin var mı?"
"kaç kere dedim benden sana dilediğin kadar izin diye? hem tek başına keyfi çıkmaz onun. banada ver bakayım."
bilseydim son sigara içişin olduğunu, verir miydim sana o sigarayı abim? ben içerdim, sana içirtmezdim. çok erken gittin. sen gidince yapayalnız kaldım. zaten bir dünya yüküm var. bir tek senin yanında hafifliyor. bir sana dökebiliyorum içimi. yaptığın ayıp değil mi abi?
abiden çok daha farklıydı benim için. abiden çok babalık yapardı. hep haklıydı. "herkes gitse bile ben yanındayım güzelim." derdi. güzel hissederdim. herkesten önce abim gitti. babalar her zaman haklı değilmiş. doğruymuş abim.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

bitti

erkekler ağlamaz

tehlikeli oyunlar