tanrı
kalabalıkta ortaya çıkarılan her sigara piç, mezarları ise paketleri olur. aslında sigaraların cesetleri yakılır. külleri masaya savrulur. her ceset rakı sofralarında bir ceset daha yakar. küllerini en sevdiği yere savurur. savrulduğu yere karışır. o sofrada söylenen her şarkı özeldir, özenle seçilir. hepsi cenaze marşı gibidir. bu satırlar dünyanın en özel yerinden yazılır. arkada cenaze marşları listesi durmadan başa sarar. duvarlar alçalırken yükselen ben olmam. her insan uçurumun dibindedir. tanrı hepimizi güzel manzaralarla kandırıp uçurum kenarlarına çeker, kıçımıza tüm gücüyle bir tekme vurur, ucu bucağı gözükmeyen dipsiz kuyulara atar. herkes dibi görür. ben dibinde dibini görmek için tırnaklarımla kazarım. tanrının uçurumu dünya. kıçımıza tekme vurduğu yerden bizi izler. kafasına göre bir sırayla “cennetlik” olanların ruhlarını yanına alır. sonsuza dek o manzarayı izletir. “cehennemlik” olan her ruhun kıçına yeni bir tekme vurur. düşerler, düşerler, düşerler. sonsuza dek o manzarayı tekrar görebilmenin hayaliyle düşerler. uçurumun içinde uçurumlar yaratırım. güzel manzaralarla kandırmam kimseyi. kendi uçurumlarımın tanrısıyım. sadece ben atlarım. tanrı değilim. bencil hiç. uçurumlarımın sesini dinlerim. çünkü dünyanın en güzel müziğidir herkesin duyup kimsenin anlayamadığı sessizlik. belki de kıyıda köşede kalan, en ufak yağmurda dibi boylayabilecek tek çiçeğim. yaşamak için muhtaç olsamda ona, aynı zamanda katilim aslında. yağsa dibi boylayıp öleceğim, yağmasa susuzluktan kuruyup gideceğim. zaten hayat hep böyledir. neyi seçersek seçelim sonuç hep aynıdır. ben tanrıyla birlikte doğmayı seçtim. ama tanrı olarak öleceğim.
Yorumlar
Yorum Gönder