ruh
orası burası yırtılmış bir kağıda yazıyorum bunları bana yeniden kağıdı kalemi elime aldırana inat. bu sefer o kara kaplı deftere değil. bu sefer en az benim kadar paramparça olmuş bu kağıda yazıyorum. neresine sığacak, nereye kadar dökebileceğim içimi bilmiyorum. çünkü eksik parçaları tıpkı ruhum gibi. gecenin karanlığı gözünü dikti üzerime. ışık açmak gelmiyor içimden. içimin karanlığı dışa vuruyor artık. yeniden. ne yazmalıyım, ne söylemeliyim bilmiyorum aslında. sadece yazmak geliyor içimden. uzun zamandır yazmadığımdan çok daha uzun. neresinden başlayacağımı da bilemiyorum. zaten kağıdın neresinden başladım, bunları temize geçerken nasıl okuyacağım, bunları da bilmiyorum. akreple yelkovan 2.48'i gösteriyor. yeterli sigaram var. arkama bakmadan kaçtığım şehrim ve kaçarken ruhumu ruhuna bıraktığım değil, sakladığım adam uyurken tam yeri tam zamanı yazmak için. sakladım, çünkü kaçmam gerekiyordu, ki biliyordum sadece onun yanında zarar görmezdi ruhum. çünkü bilir nelerden kaçtığımı, eğer kaçmazsam ruhumuzu ayırmaya çalışacaklarını, belki de ruhumun bile kalmayacağını, un ufak olacağını. çünkü ruhsuzların dünyasında ruhunu saklamak zorundasındır. ve benim ruhumu sakladığım adam zamanında ruhuna sayfalarca yazdığından kaçmanın ne denli boktan bir his olduğunu bilir. ben de kaçtım. zamanında ruhuna sayfalarca yazdığımdan kaçtım. eğer kaçmasaydım , geriye benden hiçbir şey kalmayacaktı. ruhumu tabir-i caizse emecekti. zamanında ruhunuzu emmesine izin verdiğiniz insandan defalarca terk edildikten sonra köşe bucak ruhunuzu saklamak nasıl bir histir bilir misiniz? ben bilirim ama keşke bilmeseydim. zor. çok zor. bir insanın kokusunu uzaktan alamaz insan. dibinde olmak gerekir. sarılmak gerekir oksijen yerine kokusunu içine çekebilmek için. ben ruhumu emecek korkusuyla ciğerlerimin oksijen bellediği kokuya yanaşamaz oldum. dün adına kelimelerimi sarf ettiğim insana bugün sarf edecek kelime bulamadım. yanına yatıp nefesini dinleyemedim sabaha kadar. göğsüne yatıp huzuru hissedemedim. ben kaçtım. çünkü tüm bunlara devam etseydim, ruhsuzların dünyasına geri gönderilir ve müebbet yerdim. oysa ki çok şey değildi istediğim. tek istediğim yaşamaktı diğer tüm ruhunu saklayabilenler gibi. ve ben bugün dinlemeyi bilmeyenlerin meyhanesinde, ellerinde rakılarıyla karar veren, sarhoş oldukları için düşünemeyen ruhsuzlar tarafından yok yere yargılandım. kalemim kırıldı ve bir gece dar ağacına götürüldüm. yağlı ilmek boynuma asıldı, altımda ki tabure itildi, öldüm. bu bir cinayetti ama kimse kabul etmek istemedi. biri bile kafasını iki elinin arasına alıp "lan biz napıyoruz?" demedi. haklıydım! çünkü tüm o ruhsuzlarda bir zamanlar ruhunu sakladı diğerlerinden. kurtulabilen olmadı aralarında. "biz kurtulamadıysak kimse kurtulamaz!" deyip idam ettiler. belki de zannettiler. çünkü ruhumu sakladığım adamın ruhuma gözü gibi baktığının kanıtıdır bu cümleler. sayın yargıç, bu ruhunda bir kalbi ve bir aklı var. yaşanan bazı şeyleri, kurşun gibi saplanan bazı cümle ya da kelimeleri unutmuyor bu yüzden. ve ben deniz gezmiş değilim. duvardaki adalet yazısına gülemem ama bir kaç cümlede ben söyleyebilirim. tarih yazmasada ben yazabilirim. ruhunu sevmek istediğinden nefret etmek zordur. onsuz ağaç gibisindir ve hiç akraban yoktur. eğer bir gün sizde hatırlarsanız bir kalbinizin ve aklınızın olduğunu, düzeltmek isterseniz kendinizi ve ateş ettiğiniz ruhları, dar ağacına bakın. unutmayın, siz onları astınız.
Yorumlar
Yorum Gönder