Kayıtlar

ruh

orası burası yırtılmış bir kağıda yazıyorum bunları bana yeniden kağıdı kalemi elime aldırana inat. bu sefer o kara kaplı deftere değil. bu sefer en az benim kadar paramparça olmuş bu kağıda yazıyorum. neresine sığacak, nereye kadar dökebileceğim içimi bilmiyorum. çünkü eksik parçaları tıpkı ruhum gibi. gecenin karanlığı gözünü dikti üzerime. ışık açmak gelmiyor içimden. içimin karanlığı dışa vuruyor artık. yeniden. ne yazmalıyım, ne söylemeliyim bilmiyorum aslında. sadece yazmak geliyor içimden. uzun zamandır yazmadığımdan çok daha uzun. neresinden başlayacağımı da bilemiyorum. zaten kağıdın neresinden başladım, bunları temize geçerken nasıl okuyacağım, bunları da bilmiyorum. akreple yelkovan 2.48'i gösteriyor. yeterli sigaram var. arkama bakmadan kaçtığım şehrim ve kaçarken ruhumu ruhuna bıraktığım değil, sakladığım adam uyurken tam yeri tam zamanı yazmak için. sakladım, çünkü kaçmam gerekiyordu, ki biliyordum sadece onun yanında zarar görmezdi ruhum. çünkü bilir nelerden kaçtı...

veda.

yaktım. önüme çıkan, dilime gelen kalemimin çizdiği her şeyi yaktım. düşündüm, yaktım. ağladım, yaktım. gözyaşlarım benzin gibiydi. gözümden düşen her damla harladı, daha çok ağladım. kıyımdan, köşemden tutuştum, yandım. yandıkça bir sigara daha yaktım çünkü iyi geldi tek yananın ben olmadığımı bilmek. koskoca karanlıkta nokta kadar yanan bir alev iyi geldi yalnızlığıma, aldı götürdü küllerimi. göğün yüzüne vurdu, yerin yüzüne vurdu. canımın yangınını harladı. tek yananın o, tek yakanın ben olmadığımı anlattı kendince. dili yoktu, konuşamazdı. benim vardı. ne kadar konuştuysamda anlamadı. zaten beni kimse anlamadı. o nasıl anlayacaktı? ben mi anlatamamıştım kendimi? oysa konuşmak çok kolay değil miydi? bebekken öğrenmiştik hani. her derdimizi annemize anlatıp, babamızın halini hatrını sorup kaçmaz mıydık kağıt kalemle tanışana kadar? tanıştıktan sonra kendimizden bile kaçmayacak mıydık sanki? vurmayacak mıydık o prangaları aklımızın her bir uzvuna? yasaklamayacak mıydık düşünmey...

cehennem

ki bu cümleler benim en güzel hoşgeldinlerim, en güzel vedalarım. babama dördüncü vedam, anneme on sekizinci hoşgeldinim! sevgili tanrım, sevgiyle yaratıp sevgisiz bıraktığın bu çivisiz dünyaya kaçıncı iade-i ziyaretim? artık buna bir son verelim! lügatım sıfırlanıyor, tutukluluk yapıyor kelimelerim tıpkı bir silah gibi. sağır, dilsiz, kör kalıyorum. nereye koysam elimi kayıp gidiyor, nereye atsam adımımı ayrılıp yerinden uzay boşluğuna düşüyor. havada asılı kalıyorum. hep bir hüzün basıyor. aşık olduğum yalnızlığım korkutuyor, canımı yakıyor. nereye kaçacağımı bilemiyorum. dünya denen bu çıkışı olmayan labirentte sıkışıp kalıyorum bir kuytu köşeye ve yalvarıyorum her bir duvarına: "ne olur gelme üstüme, gelme!" yukarıdan bir el çekip kurtarsın istiyorum beni. ne yazık ki tanrı duymuyor, duymak istemiyor. daha önemli işleri var belki. kandır kendini. cennetinden farksız bir dünya yaratıyor, oraya alacak seni! her seferinde veda ettim hayatıma giren birilerine. geri dönüş...

illegal

kapat gözlerini. körmüş gibi ellerini kağıdın üstünde gezdirerek hisset yazdığım her cümleyi, mürekkep ellerine bulaşsın, akıttığım kanlardan değil mürekkeplerden anla beni. ağzımdan dökülen kelimeleri dinlemez, susarak attığım çığlıkları duymazken sen, ellerinde ki mürekkepler bırak kalbine aksın. konuşarak kavga etmektense, konuşmadan anla beni. şimdi aç o okyanuslardan derin olan gözlerini. karşındayım. gör artık beni! gözlerimin içine bak, anlat, susma, bana beni anlat! ellerimi tut, hiç bırakmayacakmışsın gibi sımsıkı tut! yalanlar söyle bana. senden duyduğum her yalan, hayatımın en güzel gerçekleri aslında. boğulmadan dalgalarında, yeniden kapat gözlerini. düşün! denize nazır bir çilingir sofrası düşün. düşün ki güneş batıyor, gün ölüyor! kalbimizin kilitleri her kadehler buluştuğunda havada açılıyor. çıkarıyoruz anahtarlarımızı attığımız dipsiz kuyulardan. buzlukta unutulmuşta yıllar sonra gün yüzü görmüş gibi çözülüyoruz. karışmışken birbirimize, usul usul ayrılıyor...

dünyanın en aksi annesine

ilk kutlayanda benim, sanırım "yapmayacağım!" diye kendimden emin bir şekilde atıp tutarken yine bir vurgun yapıp son kutlayanda ben olacağım. bazı cümleler kendini sarf ettirmemek için çok uğraşır. yüzlerce engeller koyar önüne. yeni bir titanik yapar, "asla batmaz!" dersin ama o cümleler gemini alabora eder. bir buz dağı sayesinde yok olur gider, tarihe gömülürsün. kaçışın olmadığını bilir, batarken keman çalmaya devam edersin.  sarf edilemeyen kelimeler, sarf edilenlerden daha değerlidir her zaman. imkansızdır çıkışları yüreğinin en derinlerinden, en sığ düşüncelerinden. sarf edilebilen cümleler zamanla anlamını yitirir. bisiklet sürmek kadar kolaydır söylemek. kuş cıvıltısı kadar olağandır duymak uykunda bile. "ne kadar kelime sarf etsemde sana, sarf edemediğim en güzel cümlelerimsin aslında!" bilinen çocukların aksiyim. belki biraz bende aksi'yim. tek harf değişimiyle belki bende biraz eksi'yim. belki de biraz eksiğim. belki eksiğiz. zaten...

imkansız

keşke beynim "yaz!" emri vermese, bu kelimeler sadece mutsuzken iletilmese parmaklarımdan kaleme, mürekkepleri bitse dünya da var olan bütün kalemlerin, tükense bütün kağıtlar ve ben bir yolunu bulup yine yazsam canımı yaka yaka, bedenimin her bir noktasını kanata kanata yazsam, kafamın içine yazsam, düşüncelerimin acıdığını hissetsem, yaranın iltihabını akıtır gibi ruhumun bütün iltihabını en zor şekilde akıtsam, suya yazsam, sadece yazsam. ölümün kardeşi olan uykumda rüyalarıma yazsam, uyansam sonra, her uyanışım bir rüyanın ölümü olsa, her kurduğum cümle canımın yangınını harlamasa da söndürse biraz, kül olsam, anka kuşu gibi küllerimden yeniden doğsam, efsane olsam, sonsuz gibi gözüken tek bir günün içinde hapsolsam, her sabah annem beni yeniden doğursa, her gece katilim beni yeniden öldürse mesela. bütün bunların hepsi olsa. imkansızlıklar imkanlarla dolsa. nefes alıp vermesem biraz. tutsam nefesimi, oksijen denen bu zehri içime çekmeyi unutsam, gelse güneş doğsa, uçm...

bugün iyi ki sen!

"Sana seni anlatabilmek için, biraz ağlamam, biraz içmem, Tanrı seninle Neşet Baba'nın konserine gidemeden sazıyla onu yanına aldığı için biraz küfür etmem, ve sigaraya yeniden başlamam gerekti." Arka fonda hala Neşet Baba çalıyor, rakı kadehimin yanında da bir sigara dumanını kalemime üflüyor. Sana dair beynimden ve kalbimden geçen her cümleyi bu sefer dumanlar anlatıyor. Bugün diğer günlerden daha çok sen! "Şu siktiğimin sitesine bir benimle ilgili bir şeyler atmadın!" cümlene inat buraya atıyorum tüm bunları. Ve itiraf ediyorum, seninle ilgili tüm cümlelerimi bugüne sakladım. "Ben öyle uzun uzun şeyler okuyamam, üşenirim." desen bile sana attığım her destansı cümleyi defalarca okuduğunu biliyorum. Dumanlar biraz acemi. Seni anlatmaya nereden başlayacaklarını kestiremiyorlar. Oysa şu an tam karşımda sigaranı yakmış olsaydın ve birlikte üfleseydik hiçbir boka yaramayan dumanı göğün en karanlık yüzüne daha kolay olurdu her şey. Kelimelerl...